2008’de Amerika’da başlayan genel ekonomik kriz özellikle Lehman Brother’ın yatırım bankası olarak çöküşüyle beraber Amerika’daki finans sistemini, beraberinde mortgage sistemini ciddi bir sıkıntıya soktu.
Amerika’nın bu sıkıntıya girmesiyle beraber dünya genelinde ekonomik anlamda diğer ülkelerle etkileşim süreci başladı. Doğal olarak dünya finansman sisteminde sarsıntılar oldu. Varlıklar değer kaybetti. Varlık kapsamına giren gerek gayrimenkul gerek hisse senedi gerekse tahviller piyasalarında ciddi anlamda çöküşler başladı.
Fakat, Amerika’nın kısa sürede önlemler alması, özellikle TARP Projesi, sorunlu kağıtların hazine tarafından satın alınması, gerek mortgage piyasası, gerekse bazı şirketlerin hisse senetlerinin, bankaların hisse senetlerinin hazinece satın alınması, Amerika’da genel ekonomik yapıda bir rahatlama sürecini başlattı.
Bu 2009 yılında başlayan bir süreç. Oysa Amerika, 2008 yılında yaşadığı sıkıntıları 2009 yılında azaltmaya başladı, 2010 yılında da bu iyileşme süreci Amerika açısından devam etti. 2011’de de iyileşme süreci Amerika için azalarak devam etti.
Bu arada Avrupa da bu etkileşimin sonucunda çok ciddi bir şekilde sıkıntıya girdi. Çünkü Avrupa ülkeleri genelinde borçluluk yapısı yüksek ülkelerden oluşuyor. Avrupa Birliği’nde 27 ülke var. 17’si Euro para biriminde, diğer 10 tanesi sadece Avrupa Birliği kapsamında.
Euro para birliği içinde yer alan ülkelerden İtalya, Portekiz, İspanya, Yunanistan, İrlanda gibi ülkeler çok yüksek borçluluk oranlarıyla dikkat çekiyordu.
Piyasa oyuncuları artık psikolojik olarak da 2008 öncesine göre çok farklı noktadaydı. Oysa borç algılama ve risk algılamalarında hassasiyet çok arttı. Bu kapsamda da ilk sıkıntı Yunanistan’la başladı (ki Yunanistan’ın Avrupa’da borçluluğu en yüksek ülke olmasının ötesinde borç gizlemesi gibi bir yanlışlığı da ortaya çıktı). Sonuçta, Yunanistan’ın sıkıntıda olması, Yunanistan tahvillerini bilançolarında taşıyan Avrupa bankacılık sistemine de büyük sıkıntı verdi.
Bu arada, borçluluğu yüksek diğer ülke Portekiz yine IMF ve Avrupa Birliği ile bir anlaşmaya vararak o da borç yapılandırmasına gitti. Yunanistan’ın borç yapılandırması yapıldı. Yeterli olmadı yenisi yapılmaya çalışılıyor. Orada da boşluk var. Bu sefer ekonomik problem siyasi problemi de getirdi. Ekonominin arkasında durabilecek siyasi güç kalmadı. Portekiz bu anlamda Yunanistan’a göre bir çıt daha ileride.
Sonra piyasa oyuncuları İspanya’yı taradılar. Ama İspanya bu kadar yara almadı bu işten. Tabi ki borçlarının faizleri yükseldi. Yunanistan için artık 30-35 gibi seviyeleri konuşuyoruz. Ama en büyük tehlike İtalya konusunda oldu. İtalya’nın 1,9 trilyon Euro borcu taşınamaz hale geldi. Çok yüksek bir borçluluk oranı çünkü İtalya’nın gayrisafi milli hasılasının çok üzerinde bir borçlanma yapısı var. Bunun karşısında tahvil ihraç etti, İtalya. 2008 öncesinde %3’ler seviyesinde borçlanırken bu risk algılamasında değişiklik sonucu borçlanma faiz oranları %7,5 oranlarına geldi. Borçlanma faizindeki %4,5 – %5,0 puanlık artış İtalyan ekonomisine yıllık 80-90 milyar euro ek yük getirdi.
Tabi İtalya buna karşın çok ciddi hamleler yapmak istedi. Özellikle bütçe kısıntısı. Tabi bu işler tek başına bütçe kısıntısıyla olmuyor. Bir de arkasında güçlü bir iktidarın olması gerekiyor. Ve ardından Berlusconi güç kaybetti ve sonuçta da İtalya’da bir ara hükümet kurularak (bürokrat hükümeti) sorunlar aşılmaya çalışılıyor.
Bu arada işin bir bacağı da Fransa’ya sıçradı. Fransa da %2 ye yakın oranlarda borçlanırken şuan borçlanma faizi %3,5’lara geldi. Bu da çok ciddi bir alarm.
Euro birliği içerisinde 2. büyük ve güçlü ülke Fransa ekonomisi yara aldı. Fransa’nın notunun kırılması sürekli gündemdeydi. Halen bu gündemin de devam ettiğini söyleyebiliriz. Fransa’da önümüzdeki yıl seçimler var.
Tabi burada Sarkozy’nin güç kaybettiğini görmemiz gerekiyor. Sarkozy’nin seçilme şansının giderek azaldığını görüyoruz. Dolayısıyla şu an Avrupa’da Merkel Sarkozy hatta “Merkozy” olarak adlandırdığımız ikilinin bu seneye baktığımız zaman devam etmeme riskini görüyoruz.
Dolayısıyla uyumlu bir ikilinin devamlılığı konusunda tereddütler var ama, bu arada piyasa oyuncuları Almanya’yı da kaşıdılar. Ve Almanya’nın borçlanma faizi de %1,5’lardan şu an %1,90 seviyelerine gelmiş durumda.
Dolayısıyla piyasa oyuncuları diyor ki Avrupa’ya siz önlem almazsanız biz size borç para vermekten kaçınırız. Versek bile çok yüksek faiz isteriz. Bu da Avrupa’daki Euro birimindeki ülkelerin borçlarının çevrilemez hale gelmesine neden oluyor. Ve bütçe üzerinde faizin yükü inanılmaz derecede artıyor.
Tabi şimdi Avrupa birliği çözüm olarak şunu gördü. Mali birlik. Bu konuda önemli adımlar attı. İngiltere hariç olmak (İngiltere Euro para birimi dışında) üzere mali birlik konusunda anlaştı. Mart ayında Avrupa birliği ülkelerinin başkanları tekrar bir araya gelerek mali birliği set edecekler. Ama bu arada da Avrupa kurtarma fonu EFSF’nin devreye girmesi için büyük çaba sarf ediliyor. Çünkü bu fonun büyüklüğü şu an yetersiz. 1 trilyon euro’ya yükseltilmesi kararlaştırıldı, fakat kaynak nereden gelecek henüz bu belirsiz.
Ama bu arada Brezilya Rusya gibi ülkeler IMF kanalıyla biz Avrupa’ya yardım ederiz yaklaşımı içindeler. Amerika yardımcı olmam diyor. Almanya ve Fransa gibi ülkeler kendi aralarında parlamentolarından geçirerek EFSF’ye katkılarını arttırdılar. Toplam EFSF’nin büyüklüğü 440 milyar euro seviyesine geldi. Ama bu tamamen yetersiz. Bir İtalya’nın 1,9 trilyon Euro borçlu olduğu düşünüldüğünde rakamın yetersizliği çok ortada. 1 trilyon euroya nasıl çıkartılacak, mali birlik konusunda nasıl bir yol izlenecek, herkes bu soruların yanıtını bekliyor. Daha doğrusu piyasa oyuncuları. Çünkü piyasa oyuncuları bugün finansal piyasaların vazgeçilmezleri. Onlar varlık satın aldıkça varlık fiyatları yükseliyor, iyileşiyor; onlar varlıkları ellerinden boşalttıkları zaman da varlıklar değer kaybediyor. Dolayısıyla piyasa oyuncularının taleplerine cevap verme zorunluluğu var.
Tabi ki ülke siyasetçilerinin de sıkıntıları var. Arkalarında g